Son albümümün üzerinden 5 yıl geçmiş. Şimdi ‘’Loş Bir Sokakta’’ ile ilgili düşüncelerimi yazarken hesapladım ve gülümseyerek hayret ettim. Aradan geçen onca zamana neler sığmış. Şimdi durduğum yerden geriye bakınca bu süreçte ne kadar değiştiğimi, ben değiştikçe şarkılarımın evrildiğini, onlar evrildikçe kendimi daha iyi ifade edebildiğimi görüyorum. Müziği algılayışım dünyanın ritmine paralel olarak sürekli değişiyor. Bazen hikayelere bazen ise sadece notalara takılıyorum. Güncel olmak üzerimde her zaman bir baskı unsuru oluşturdu ama sonunda anladım ki hızlanan tüketim sanatı vasatlaştırırken, bu aceleye son verip zamanı yeniden tanımlamak sanatçılara düşüyor bu çağda. Hal böyle olunca uzun zamandır üzerinde çalıştığım şarkıları titizlikle işleyip bir albüm süsü verebilmem kolay olmadı. Çok içerik eledim mesela, her içimden geleni şarkı zannetmedim. Altı çizilebilecek cümleler aradım ve dürüstlükle söyleyebilirim ki bu albüm için yazdığım bütün şarkıları kendi kalbimle yaşadığım gerçek olaylardan esinlenerek yazdım. İnce işçiliğe gelince: albümün prodüktörlüğünü üstlenen sevgili dostum Alper Atakan ile sound yelpazesini renkli tutmaya en başından karar vermiştik. Bu duygusal çeşitlilik, bir araya getirdiğimiz 8 şarkıda gerek anlatım, gerek altyapı olarak dikkat çekecektir. Sözlerde yer yer alay ve melankoli iç içe mesela. Kullandığım melodilerde aynı doğrultuda bazen yırtıcı bazen uysal. Müziği tarif edilebilir bir kavram olarak görmüyorum, yaptığım müziği tarif ederken bu yüzden zorlandım hep. Kafamda çalan melodileri kendi hikayelerime fon müziği yapıyorum aslında. Her hikaye benim aracılığımla kendi kendini yazıyor böylelikle.
Kulağıma hoş gelen tınılıları şarkılarıma katmaya ve kendimi yenilemeye çalışıyorum her zaman. Asla oldum demiyorum. Klasik olanın tozluluğu karşısında modernitenin parlaklığı her zaman daha çok ilgimi çekti. Bir tarafım estetik kaygısı ile kendini yargılarken diğer yandan doğaçlamanın pervasızlığını da keşfetmek çok hoşuma gitti kayıtlarda. Her şarkı hak ettiği özeni gördü. Şarkıları tek tek anlatmama gerek kalmasın diye aslında tek bir hikayenin farklı anektodları gibi yazdım şarkıları. En baladından en hareketlisine uzanan süreç aslında tek bir ilişkinin evreleri ve üstü kapalı söylüyorum bahsi geçen olaylar ve şahıslar gerçek. Günlüğüm gibi bu albüm.
8 şarkının 8’i de hayatımdan alıntıladığım cümlelerden oluşuyor. Anlatım dili yer yer sade yer yer alengirli. Bazen günübirlik aşklarımı bazen ise derin duygularımı tasvir ettim çoğu sözde. Çıkış şarkısı ‘Bir Dokun Bin Aşk İşit’ örneğin. 2016 yazında yaşadığım karşılıksız duygularımın sonucu. O hikayem mutlu bir sona kavuşmamış olsa bile esas kızın umursamazlığı bana bir şarkı yazdırmış oldu. Durumun çaresizliği şarkının ilk cümlesindeki soruyla kendisini özetliyor zaten; ‘’Kaç baharım var şunun şurasında?’’ Bu hüzünlü havayı kendimi tek başıma ve melankolik bir akşamüstü dinlemek isteyeceğim tatta besteledim ve prodüktörüm Alper’e de öyle anlattım. Analog duygularla kaydettik bu yüzden. Alışılagelmiş bir balad değil, insanı dans etmeye teşvik eder bir yapısı var. Bazen tek başına dans etmek de iyidir. Yaylı yazımı, sound’daki karanlık ve analog hissiyat aslında özellikle yarattığımız nostaljik bir dünyanın unsurları. Albümün genelinde de bu titiz tasarım var. Her şarkı kendi özelinde anlatım ve sound olarak bir bütünlük barındırıyor. Sıralamayı dahi bir akışı gözeterek yaptım. Devam edelim mesela; ‘Bi T-Shirt Bi Kot’. Hiç hız kesmeden ilk şarkıya sığdıramadığım duygularımı ikinci şarkıya taşırarak devam ediyorum. ‘Gidiyorum bugün, beni geçir hüzün.’ Yalnızlığımı daha net anlatamazdım herhalde. İlk şarkıdaki çaresiz kahramanın yapabileceği tek şey kalmıştı zaten, ‘Bir Dokun Bin Aşk İşit’ kendini ‘Bi T-Shirt Bi Kot’ ile tamamlamış oluyor böylece. Bu şarkının omurgası da akustik ritim gitarlar mesela. İlk yazdığım halinde mevcut olan ve final aranjmana yansıyan yegane unsur. Altyapıdaki akustik yapının sebebi bu. Sadelik.
Ana fikirlerimi her zaman nakarat saklarım, bu şarkı çok güzel bir örnek o açıdan. İlk düşündüğümü son söyler ve kurguyu bir ana fikir etrafında yaparım. Gidiyorsam gidiyorumdur, kal demem örneğin aynı şarkıda. Bu kulakla dinlenilirse bütün şarkılarımın alt metni birbirinden farklı ve tektir. Bu durum algıyı kısa vadede zorlasa da zaman ayırdıkça her şarkım yeni anlamlarda kendini var eder uzun vadede. Diğer albümlerimde de her zaman kalıcılığı gözettim, kolay anlaşılmaktansa. Gündelik soundlara çok yüz vermedim dolayısıyla analog her zaman daha çok hoşuma gitti. Devam edelim ve ‘Gece Yarısı Benim Adım’a gelelim. Başlığı ve sözleriyle şimdiye kadar içimdekini bu kadar iyi ifade edebildiğim nadir şarkılarımdan kendisi. Bardan tek başıma çıktığım gecelerin ki çoğu zaman öyle oluyor bir özeti gibi. Zaten şarkının ilk olarak adı geldi aklıma yine o gecelerden birinde. Eve yalnız dönmenin gururlu yenilmişliği ile çıkan bir söylem. ‘Her hikayem yarım’ dememin sebebi de bu. Bir şeyler eksik gibi hissederim hayatımda her zaman. Aşktan bahsetmiyorum. Varoluşsal bir eksiklik ve can sıkıntısı bu. Şarkılarımın genelindeki hüznün kaynağı bu eksiklik. Hüznü geçtim bütün şarkıların kaynağı orası. ‘Gece Yarısı Benim Adım’a dönersek bu hüzün kendini altyapıya da yansıtıyor. Karanlık tremolo gitarlar, Alper’in yazdığı duygusal yaylı partisyonları ve birçok öğe yaşadığım karamsar duygulara hizmet ediyor. Gevelediğim çoğu masal parıltısını kaybetti hayatı tanıdıkça. Bu şarkı da hayal kırıklığı içeriyor aynı doğrultuda.